Metin Devrim
Köşe Yazarı
Metin Devrim
 

1881 - ∞

Bir insan, yüz yıl öncesinden bugünleri görür de halkını uyarır mı? Bir insan, öldüğü halde ölümsüzlüğü yaşar mı? Gönül penceremizden kısacık bakıp geçti, bir yangının külünü yeniden yakıp gitti!... Matem, üzüntü, yas bizim neyimize? Bin yılda bir gelirdi, O da bize denk geldi… Sevinin. Mutlu olun. Gurur duyun. Ama. Her şeyden önce O’na, eserlerine sahip çıkın!... 1920’li yıllar!... Yüzerken fotoğrafı var. Kürek çekerken. Ata binerken. Zeybek oynarken. Kadınlarla birlikte. Tenis maçı izlerken fotoğrafı var. Sahilde kumda otururken. Heykel incelerken. Rakı içerken. Salıncakta çocuk gibi gülerek sallanırken bile fotoğrafı var... Çocuklarla. Köylülerle fotoğrafları var. Hayvanlarla da…    Ülkesi için savaştan savaşa koşmuş. Kalbine kurşun yemişliği de var… Dünya liderlerini sofrasında ağırlamışlığı da… Var oğlu var işte…   Konser izleyen. Safiye Ayla, Müzeyyen Senar dinleyen…  Gramofonunu başucundan ayırmayan. Vals ve tangoya bayılan. Balolarda genç kızların en gözde kavalyesi… Giyimiyle, kıyafetleriyle sanırsınız ki adeta dünya moda ikonu… Benzeri bulunmaz renkli bir kişilik…   O’nun, hep “kahraman” olduğunu söylediler bize. Düşmanları nasıl yendiğini. Ulusunu karanlıktan aydınlığa nasıl çıkardığını. Yurdu nasıl kurtardığını. Zaferden zafere nasıl koştuğunu. Yurtsever biri olduğunu ve ulusu için neler yaptığını. Her başarıyı kendisine değil de ulusuna mal ettiğini. Dünyaya kafa tutan kararlı bir devlet adamı olduğunu anlattılar…   Her söyleyen, her söylediğinde dibine kadar haklıydı elbet. O bizim için hep ayrıcalıklıydı, özel biriydi. Sarı Paşa’ydı O…   Oysa tüm bu üstün niteliklerinin yanında bir “insandı”. Banyo yapan, yemek yiyen, ağlayan, üzülen, gülen, seven. O’nun yaşamında da hırslar, heyecanlar, öfkeler, iniş ve çıkışlar vardı...   Erleriyle sigara içip sohbet eden. Köylüyle ayranı bölüşen. Şekerli kahve içen. Fal baktıran. Gecelik entarisi giyen. Bağdaş kuran sade bir vatandaş. Yemek seçmeyen, sofraya gelen her yemeği yiyen. Karnıyarığı, kuru fasulyeyle pilavı, gül reçelini ve kavrulmuş leblebiyi seven…   Sık sık Sarayburnu’na gidip halkın arasına karışan, onlarla müzik dinleyen. Arkadaşlarıyla sokaklarda korumasız yürüyen. Lebon’a pasta yemeye. Rejans’a Borç çorbası, Vefa’ya boza içmeye giden. Aklına eseni yapmayı seven, özgür ruhlu bir entelektüel...   Bir iğde ağacının kesilmesine üzülen. Bir tayın ölmesine ağlayan. Ulu bir çınarın tek bir dalı için bir binayı yerinden kaydırtacak kadar çok doğayı seven bilinçli bir çevreci… Söğütözü koruluğuna giderdi mesela. Sık sık. Ama gizlice. Gittiği dinlenme evinde. Kısa ömrünün en sevdiği kadınına. Annesine. Saatlerce Kur’an okurdu… Sıra dışı bir adamdı… Fakat… Bir o kadar da bildiğimiz sıradan bir adamdı işte…   Tüm bunlara rağmen! Şimdi biri çıkıp da… Orduyu Nato'ya bağlayan Adnan Menderes'in. Devlet maaşıyla kumar oynayıp boş zamanlarında şiir yazan Necip Fazıl'ın. Düşmana teslim olan Vahdeddin'in. Kuvayi Milliye ordusunun İzmir'e girişini duyunca pılıyı pırtıyı toplayıp kaçan Damat Ferit'in…   Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal aleyhine paçavra gazetelerinde yazılar yazan ve "İnşallah Yunanlılar kazanır" diye dua eden Ali Kemaller sürüsünün…   Bitmedi…   Meclisi fesheden, ülkeyi yıllarca tek başına yöneten baskıcı Abdülhamid’in. Hamamda cariye kovalarken ayağı kayıp düşen II. Selim'in. Öz oğlunu tuzağa düşürüp öldüren Kanuni'nin. Alevi katliamıyla ün salan Yavuz Selim'in. Kundaktaki öz kardeşini boğdurtan Fatih'in…   Taht kavgasıyla Osmanlı'yı dörde bölen Çelebi kardeşlerin. Şeyh Bedreddin, Börklüce, Torlak Kemal gibi halk önderlerini katleden ve "mülk Allah’ındır" diyerek adalet istedikleri için binlerce insanın başını giyotin kütüklerinde kesen Şehzade Murat'ın. Ankara Savaşı'nda Aksak Timur'a esir düştükten sonra intihar eden Yıldırım Beyazıt’ın hakkında verip veriştirse...   "Ölülerin ardından konuşulmaz." Deyip, din ve ahlak dersi vermeye kalkışmazlar mıydı?...   Bu zincir aslında, Teee Emevi'lere. Oradan da halifeler dönemine kadar uzar gider ya neyse!...     Peki, o zaman. Yüreği nefret ve kötülük dolu haysiyet fakirleri! Siz neden, 85  yıl önce Hak’ kın rahmetine kavuşmuş, bu milletin kurtarıcı ve kurucusu lidere, onun alfabesini kullanarak ona hakaretler ediyor, iftiralar atıyorsunuz? Hepimizin "anne" bildiği Zübeyde Hanım'a kendi pisliğinizi sıçratırken, hangi dinden ve ahlaktan bahsediyorsunuz?   MUSTAFA KEMAL ATATÜRK sizin hangi hayallerinize engel oldu da düşmanlığınız bitmek bilmiyor? Saltanat ve hilafet mi, monarşi mi yoksa teokrasi mi?   Bugün Atatürk’ün değerini hala kavramamakta inat edenler. O’nunla hesaplaşmak isteyenler. O’na dil uzatanlar. O’nun milletine bıraktığı emanetleri yok etmek isteyenler. Bir okuyun hele!     UNESCO, 27 Kasım 1978'de Paris'te düzenlediği 20. Genel Kurul toplantısında, 1981 yılını dünyada “ATATÜRK YILI” olarak kutlanmasına karar vermişti. İlk kez alınan bir karardı… Ve dünya, bu büyük lideri, fikirlerini, eserlerini bir kez daha tanıma ve anlama şansı buldu.   Hukuk Fakültesinde çalışan bir Alman profesörün, rektöre cevaben, ‘’Efendim, bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki…’’ dedirten Atatürk’e ve emanetlerine, ulus olarak bugün dünden daha çok sahip çıkmak; fikirlerini, devrimlerini korumak ve kollamak zorundayız...   Sonsuzluğun rakamları yoktur. Bir tarihi de. Saygıyla ve minnetle anıyoruz… Asla unutmadık. Unutmayacağız. UNUTTURAMAZLAR DA… “Beni görmek demek, behemehâl yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”   MUSTAFA KEMAL ATATÜRK   Sevgi ve sağlıcakla kalın dostlar…
Ekleme Tarihi: 10 Kasım 2025 -Pazartesi
Metin Devrim

1881 - ∞

Bir insan, yüz yıl öncesinden bugünleri görür de halkını uyarır mı?

Bir insan, öldüğü halde ölümsüzlüğü yaşar mı?

Gönül penceremizden kısacık bakıp geçtibir yangının külünü yeniden yakıp gitti!...

Matem, üzüntü, yas bizim neyimize? Bin yılda bir gelirdi, O da bize denk geldi…

Sevinin. Mutlu olun. Gurur duyun. Ama. Her şeyden önce O’na, eserlerine sahip çıkın!...

1920’li yıllar!...

Yüzerken fotoğrafı var. Kürek çekerken. Ata binerken. Zeybek oynarken. Kadınlarla birlikte. Tenis maçı izlerken fotoğrafı var. Sahilde kumda otururken. Heykel incelerken. Rakı içerken. Salıncakta çocuk gibi gülerek sallanırken bile fotoğrafı var...

Çocuklarla. Köylülerle fotoğrafları var. Hayvanlarla da… 

 

Ülkesi için savaştan savaşa koşmuş. Kalbine kurşun yemişliği de var…

Dünya liderlerini sofrasında ağırlamışlığı da…
Var oğlu var işte…

 

Konser izleyen. Safiye Ayla, Müzeyyen Senar dinleyen… 

Gramofonunu başucundan ayırmayan. Vals ve tangoya bayılan. Balolarda genç kızların en gözde kavalyesi…

Giyimiyle, kıyafetleriyle sanırsınız ki adeta dünya moda ikonu…

Benzeri bulunmaz renkli bir kişilik…

 

O’nun, hep “kahraman” olduğunu söylediler bize. Düşmanları nasıl yendiğini. Ulusunu karanlıktan aydınlığa nasıl çıkardığını. Yurdu nasıl kurtardığını. Zaferden zafere nasıl koştuğunu. Yurtsever biri olduğunu ve ulusu için neler yaptığını. Her başarıyı kendisine değil de ulusuna mal ettiğini. Dünyaya kafa tutan kararlı bir devlet adamı olduğunu anlattılar…

 

Her söyleyen, her söylediğinde dibine kadar haklıydı elbet. O bizim için hep ayrıcalıklıydı, özel biriydi. Sarı Paşa’ydı O…

 

Oysa tüm bu üstün niteliklerinin yanında bir “insandı”. Banyo yapan, yemek yiyen, ağlayan, üzülen, gülen, seven. O’nun yaşamında da hırslar, heyecanlar, öfkeler, iniş ve çıkışlar vardı...

 

Erleriyle sigara içip sohbet eden. Köylüyle ayranı bölüşen. Şekerli kahve içen. Fal baktıran. Gecelik entarisi giyen. Bağdaş kuran sade bir vatandaş. Yemek seçmeyen, sofraya gelen her yemeği yiyen. Karnıyarığı, kuru fasulyeyle pilavı, gül reçelini ve kavrulmuş leblebiyi seven…

 

Sık sık Sarayburnu’na gidip halkın arasına karışan, onlarla müzik dinleyen.

Arkadaşlarıyla sokaklarda korumasız yürüyen. Lebon’a pasta yemeye. Rejans’a Borç çorbası, Vefa’ya boza içmeye giden. Aklına eseni yapmayı seven, özgür ruhlu bir entelektüel...

 

Bir iğde ağacının kesilmesine üzülen. Bir tayın ölmesine ağlayan. Ulu bir çınarın tek bir dalı için bir binayı yerinden kaydırtacak kadar çok doğayı seven bilinçli bir çevreci…

Söğütözü koruluğuna giderdi mesela. Sık sık. Ama gizlice. Gittiği dinlenme evinde. Kısa ömrünün en sevdiği kadınına. Annesine. Saatlerce Kur’an okurdu…

Sıra dışı bir adamdı…

Fakat…

Bir o kadar da bildiğimiz sıradan bir adamdı işte…

 

Tüm bunlara rağmen! Şimdi biri çıkıp da…

Orduyu Nato'ya bağlayan Adnan Menderes'in. Devlet maaşıyla kumar oynayıp boş zamanlarında şiir yazan Necip Fazıl'ın. Düşmana teslim olan Vahdeddin'in. Kuvayi Milliye ordusunun İzmir'e girişini duyunca pılıyı pırtıyı toplayıp kaçan Damat Ferit'in…

 

Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal aleyhine paçavra gazetelerinde yazılar yazan ve "İnşallah Yunanlılar kazanır" diye dua eden Ali Kemaller sürüsünün…

 

Bitmedi…

 

Meclisi fesheden, ülkeyi yıllarca tek başına yöneten baskıcı Abdülhamid’in. Hamamda cariye kovalarken ayağı kayıp düşen II. Selim'in. Öz oğlunu tuzağa düşürüp öldüren Kanuni'nin. Alevi katliamıyla ün salan Yavuz Selim'in. Kundaktaki öz kardeşini boğdurtan Fatih'in…

 

Taht kavgasıyla Osmanlı'yı dörde bölen Çelebi kardeşlerin. Şeyh Bedreddin, Börklüce, Torlak Kemal gibi halk önderlerini katleden ve "mülk Allah’ındır" diyerek adalet istedikleri için binlerce insanın başını giyotin kütüklerinde kesen Şehzade Murat'ın. Ankara Savaşı'nda Aksak Timur'a esir düştükten sonra intihar eden Yıldırım Beyazıt’ın hakkında verip veriştirse...

 

"Ölülerin ardından konuşulmaz." Deyip, din ve ahlak dersi vermeye kalkışmazlar mıydı?...

 

Bu zincir aslında, Teee Emevi'lere. Oradan da halifeler dönemine kadar uzar gider ya neyse!...  

 

Peki, o zaman. Yüreği nefret ve kötülük dolu haysiyet fakirleri! Siz neden, 85  yıl önce Hak’ kın rahmetine kavuşmuş, bu milletin kurtarıcı ve kurucusu lidere, onun alfabesini kullanarak ona hakaretler ediyor, iftiralar atıyorsunuz? Hepimizin "anne" bildiği Zübeyde Hanım'a kendi pisliğinizi sıçratırken, hangi dinden ve ahlaktan bahsediyorsunuz?

 

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK sizin hangi hayallerinize engel oldu da düşmanlığınız bitmek bilmiyor? Saltanat ve hilafet mi, monarşi mi yoksa teokrasi mi?

 
Bugün Atatürk’ün değerini hala kavramamakta inat edenler. O’nunla hesaplaşmak isteyenler. O’na dil uzatanlar. O’nun milletine bıraktığı emanetleri yok etmek isteyenler. Bir okuyun hele!  

 

UNESCO, 27 Kasım 1978'de Paris'te düzenlediği 20. Genel Kurul toplantısında, 1981 yılını dünyada “ATATÜRK YILI” olarak kutlanmasına karar vermişti. İlk kez alınan bir karardı…

Ve dünya, bu büyük lideri, fikirlerini, eserlerini bir kez daha tanıma ve anlama şansı buldu.

 

Hukuk Fakültesinde çalışan bir Alman profesörün, rektöre cevaben, ‘’Efendim, bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki…’’ dedirten Atatürk’e ve emanetlerine, ulus olarak bugün dünden daha çok sahip çıkmak; fikirlerini, devrimlerini korumak ve kollamak zorundayız...

 

Sonsuzluğun rakamları yoktur. Bir tarihi de. Saygıyla ve minnetle anıyoruz…

Asla unutmadık. Unutmayacağız. UNUTTURAMAZLAR DA

“Beni görmek demek, behemehâl yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”

 

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

 

Sevgi ve sağlıcakla kalın dostlar…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 1923tv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.