Volkan İlgüz
Köşe Yazarı
Volkan İlgüz
 

Köfte Kokusu Camdan İçeri Girerken

[Bu yazı, Aydın’ın Çine ilçesinde yaşanmış gerçek bir çocukluk anısına dayanır. Bir yurt penceresinden gelen köfte kokusunun, bir ömrün vicdanına nasıl iz bıraktığını anlatır. Bu sadece bir yemek değil, bir görmezden gelinmişlik hikâyesidir.]   Köfte Kokusu Camdan İçeri Girerken Volkan İlgüz – 1923 TV Aydın Yazarı   Yıl 2000’lerin başıydı. Ben, Aydın’ın Çine ilçesindeki Endüstri Meslek Lisesi’nde öğrenciydim. Devlet parasız yatılı öğrencisiydim. Ailemden uzakta, vatanıma faydalı bir birey olma hayaliyle çırpınan binlerce Anadolu çocuğundan sadece biriydim. Bu ülkenin sağladığı imkânlarla okuyabildim, devletime ve milletime minnettarım. Ama bu yazıyı kaleme almamın sebebi, eksikleri saymak değil; eksik kalan vicdanları hatırlatmak…   O yurtta zaman zaman devletten ödenek gelmiyordu. Bu ödenek kesintileri aylar sürebiliyordu. Biz ise o sürede kuru fasulye, barbunya ve nohuta talim ediyorduk. Sanki o üç bakliyat, bir yoksulluğun kader üçgeniydi. Tencereler dönüyor ama yemekler hep aynı kalıyordu. Bazen tabağa bakarken, o yemeği daha önce kaç kez yediğimi hatırlamaya çalışıyor, ama sayamıyordum.   Bir gün hayırsever bir iş insanı çıkıp yurda bağış yapmıştı da, o gün farklı bir yemek yiyebilmiştik. O sofrada hayatın başka bir tadı olduğunu hatırlamıştık. Ama o da bir gündü işte. Ardından yine aynı çorba, aynı bakliyat, aynı çaresizlik…   Okulun yanındaki bulvar boyunca uzanan lokantalar vardı. Onların arasında Bulvar Lokantası, benim için bir hayaldi. Tüm haftalık harçlığımı biriktirsem bile ancak yoğurtlu kızartma tabağı alabiliyordum. O tabağı yerken her lokmada hayal kurardım. Eğer param biraz daha fazla olsaydı, başka yemekler de söyleyebilir, belki de kendimi “normal” hissedebilirdim. Ama her zaman param bitiyor, tabağın sonuna geldiğimde yalnızca yemeğin değil, haftanın da bittiğini hissediyordum.   Arkadaşım Halil’le birlikte kuru fasulye, barbunya ve nohuttan sıkıldığımızda, elimizdeki harçlıklarla sadece ekmek alıp, arasına helva koyarak farklı bir tat icat etmeye çalışırdık. Bir çocuk zekâsıyla, bir yoksulluğu birazcık eğlenceli hâle getirme çabasıydı belki de. Ama gerçekte bir hayalin içinde kavruluyorduk.   Asıl hikâye camların ötesindeydi. Okulun ve yurdun pencereleri, Türkiye’nin meşhur köftecilerine bakıyordu. Eniştenin Yeri, Mehmet Zengin, Çine Köftecisi… Onların bacalarından yükselen mangal dumanı, her akşam üzeri bizim pencerelerimize süzülerek giriyordu.   Karnımız açtı, ama o dumanlar midemizden çok kalbimizi yakıyordu. Biz kuru fasulye yerken hayalimizde hep o köfte vardı. O köfteyi hiç yememiştik ama kokusundan tarifini yapacak kadar biliyorduk.   Belki 185 öğrenci kalıyorduk o yurtta. Kimse, o çocukların bu kokuyu duyduğunu düşünmedi mi? Kimse, “ya canları çekerse” diye dertlenmedi mi? Bir esnafın bacası her gün bir çocuğun hayalini duman altında bırakabilir mi?   Çine, o yıllarda da zengindi. Lokantalar dolup taşardı. Bir günde yüzlerce kişi ağırlarlardı. Ama o bolluktan bir tabak bile yurda uzanmadı.   Yıllar sonra iş insanı oldum. O okulun önünden geçerken bir yaz günü babamla birlikte köftecilerden birine oturduk. Sipariş verdik. Tabak geldi. Önümdeydi işte o hayalimdeki köfte. Ama ilk lokmada içime koca bir taş oturdu. O gün çocukluğuma, açlığıma, unutulmuşluğuma ağladım. Yediğim köftenin tadını hâlâ bilmiyorum, çünkü o gün gözlerim doluydu, boğazım düğümlüydü.   Bugün, Aydın’ın bir gazetesinde köşe yazısı yazma şansı bulmuş biri olarak bu satırları kaleme alıyorum. Bu yazı bir sitem değil, bir çağrıdır. Çocukların camından içeri giren kokular, sadece açlık değil; hayal kırıklığı da taşıyabilir. Ve bir toplum, ancak en savunmasız çocuklarının ruhunu doyurabildiğinde gerçekten doymuş sayılır.   Bana bu yazıyı yazma fırsatı veren 1923 TV ailesine teşekkür ediyorum. Ve belki bir gün, o köftecilerden biri çıkar ve der ki: “Biz o yıllarda görememişiz. Ama şimdi anlıyoruz.”   Not: “Şimdi iş insanı olmuşsun, madem o gün neden o çocuklara sen köfte ısmarlamadın?” diye soranlar olabilir. Ama o gün okul tatildi, yaz mevsimiydi, yurt boştu. O camların ardında artık kimse kalmamıştı. İçimden geçse de, elim uzanacak bir çocuk yoktu. Ama o gün içime bir söz kazındı. Liseyi bitirdikten, üniversiteye başlamadan önce ilk restoranımı açtım. Ve o günden bugüne ne zaman o günler aklıma gelse, restoranımın bir bölümünü hep o çocukluğumun hesabına yazdım. Bugün de restoranımın geliriyle ihtiyaç sahibi çocuklara, gençlere, öğrencilere sessizce dokunuyorum. Çünkü ben o kokuyu unutmadım. Ve yaşadığım sürece, unutturmayacağım.  
Ekleme Tarihi: 02 May 2025 - Friday
Volkan İlgüz

Köfte Kokusu Camdan İçeri Girerken

[Bu yazı, Aydın’ın Çine ilçesinde yaşanmış gerçek bir çocukluk anısına dayanır.

Bir yurt penceresinden gelen köfte kokusunun, bir ömrün vicdanına nasıl iz bıraktığını anlatır.

Bu sadece bir yemek değil, bir görmezden gelinmişlik hikâyesidir.]

 

Köfte Kokusu Camdan İçeri Girerken

Volkan İlgüz – 1923 TV Aydın Yazarı

 

Yıl 2000’lerin başıydı. Ben, Aydın’ın Çine ilçesindeki Endüstri Meslek Lisesi’nde öğrenciydim. Devlet parasız yatılı öğrencisiydim. Ailemden uzakta, vatanıma faydalı bir birey olma hayaliyle çırpınan binlerce Anadolu çocuğundan sadece biriydim. Bu ülkenin sağladığı imkânlarla okuyabildim, devletime ve milletime minnettarım. Ama bu yazıyı kaleme almamın sebebi, eksikleri saymak değil; eksik kalan vicdanları hatırlatmak…

 

O yurtta zaman zaman devletten ödenek gelmiyordu. Bu ödenek kesintileri aylar sürebiliyordu. Biz ise o sürede kuru fasulye, barbunya ve nohuta talim ediyorduk. Sanki o üç bakliyat, bir yoksulluğun kader üçgeniydi. Tencereler dönüyor ama yemekler hep aynı kalıyordu. Bazen tabağa bakarken, o yemeği daha önce kaç kez yediğimi hatırlamaya çalışıyor, ama sayamıyordum.

 

Bir gün hayırsever bir iş insanı çıkıp yurda bağış yapmıştı da, o gün farklı bir yemek yiyebilmiştik. O sofrada hayatın başka bir tadı olduğunu hatırlamıştık. Ama o da bir gündü işte. Ardından yine aynı çorba, aynı bakliyat, aynı çaresizlik…

 

Okulun yanındaki bulvar boyunca uzanan lokantalar vardı. Onların arasında Bulvar Lokantası, benim için bir hayaldi. Tüm haftalık harçlığımı biriktirsem bile ancak yoğurtlu kızartma tabağı alabiliyordum. O tabağı yerken her lokmada hayal kurardım. Eğer param biraz daha fazla olsaydı, başka yemekler de söyleyebilir, belki de kendimi “normal” hissedebilirdim. Ama her zaman param bitiyor, tabağın sonuna geldiğimde yalnızca yemeğin değil, haftanın da bittiğini hissediyordum.

 

Arkadaşım Halil’le birlikte kuru fasulye, barbunya ve nohuttan sıkıldığımızda, elimizdeki harçlıklarla sadece ekmek alıp, arasına helva koyarak farklı bir tat icat etmeye çalışırdık. Bir çocuk zekâsıyla, bir yoksulluğu birazcık eğlenceli hâle getirme çabasıydı belki de. Ama gerçekte bir hayalin içinde kavruluyorduk.

 

Asıl hikâye camların ötesindeydi.

Okulun ve yurdun pencereleri, Türkiye’nin meşhur köftecilerine bakıyordu.

Eniştenin Yeri, Mehmet Zengin, Çine Köftecisi…

Onların bacalarından yükselen mangal dumanı, her akşam üzeri bizim pencerelerimize süzülerek giriyordu.

 

Karnımız açtı, ama o dumanlar midemizden çok kalbimizi yakıyordu.

Biz kuru fasulye yerken hayalimizde hep o köfte vardı.

O köfteyi hiç yememiştik ama kokusundan tarifini yapacak kadar biliyorduk.

 

Belki 185 öğrenci kalıyorduk o yurtta.

Kimse, o çocukların bu kokuyu duyduğunu düşünmedi mi?

Kimse, “ya canları çekerse” diye dertlenmedi mi?

Bir esnafın bacası her gün bir çocuğun hayalini duman altında bırakabilir mi?

 

Çine, o yıllarda da zengindi.

Lokantalar dolup taşardı.

Bir günde yüzlerce kişi ağırlarlardı.

Ama o bolluktan bir tabak bile yurda uzanmadı.

 

Yıllar sonra iş insanı oldum. O okulun önünden geçerken bir yaz günü babamla birlikte köftecilerden birine oturduk. Sipariş verdik. Tabak geldi. Önümdeydi işte o hayalimdeki köfte. Ama ilk lokmada içime koca bir taş oturdu. O gün çocukluğuma, açlığıma, unutulmuşluğuma ağladım. Yediğim köftenin tadını hâlâ bilmiyorum, çünkü o gün gözlerim doluydu, boğazım düğümlüydü.

 

Bugün, Aydın’ın bir gazetesinde köşe yazısı yazma şansı bulmuş biri olarak bu satırları kaleme alıyorum. Bu yazı bir sitem değil, bir çağrıdır.

Çocukların camından içeri giren kokular, sadece açlık değil; hayal kırıklığı da taşıyabilir.

Ve bir toplum, ancak en savunmasız çocuklarının ruhunu doyurabildiğinde gerçekten doymuş sayılır.

 

Bana bu yazıyı yazma fırsatı veren 1923 TV ailesine teşekkür ediyorum.

Ve belki bir gün, o köftecilerden biri çıkar ve der ki:

“Biz o yıllarda görememişiz. Ama şimdi anlıyoruz.”

 

Not:

“Şimdi iş insanı olmuşsun, madem o gün neden o çocuklara sen köfte ısmarlamadın?” diye soranlar olabilir.

Ama o gün okul tatildi, yaz mevsimiydi, yurt boştu. O camların ardında artık kimse kalmamıştı. İçimden geçse de, elim uzanacak bir çocuk yoktu.

Ama o gün içime bir söz kazındı.

Liseyi bitirdikten, üniversiteye başlamadan önce ilk restoranımı açtım.

Ve o günden bugüne ne zaman o günler aklıma gelse, restoranımın bir bölümünü hep o çocukluğumun hesabına yazdım.

Bugün de restoranımın geliriyle ihtiyaç sahibi çocuklara, gençlere, öğrencilere sessizce dokunuyorum.

Çünkü ben o kokuyu unutmadım.

Ve yaşadığım sürece, unutturmayacağım.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 1923tv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Akay İncili
(02.05.2025 11:43 - #612)
Teşekkürler açlığa yoksulluğa çaresizliğe o kadar akıcı bir dille anlatmışsınız ki içim burkuldu boğazım düğümlendi teşekkürler.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 1923tv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.