Rahmi Oruç Güvenç: Türk Musikisinin Sessiz Mimarı, Notalardan Evrensel Şifaya Ebedî Bir Bilgelik Yolculuğu
Bazı isimler vardır, bir devrin değil, insanlık tarihinin ruhuna dokunur. Bazı insanlar geçerken sadece toprakta değil; seste, suda, hücrede ve tarihin belleğinde iz bırakır. İşte bu dünyadan bir Rahmi Oruç Güvenç geçti. Ve o geçerken ardında ne yalnızca bir ekol bıraktı, ne sadece bir gelenek; bir şifa yolu, bir bilinç, bir uyanış bıraktı.
Rahmi Oruç Güvenç; müzisyen, hekim, akademisyen, sufi ve ruh işçisi… Her bir niteliği tek başına büyük bir ömre denk olan bir ömürdü onunki. Felsefe eğitiminin ardından Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde psikiyatri alanında müzikle terapi üzerine yaptığı doktora ile, modern tıbbı geleneksel şifa yollarıyla buluşturdu. Türk musikisinin makam sisteminin insan bedeni ve ruhu üzerindeki etkilerini bilimsel yöntemlerle araştırdı. EEG, EKG, galvanometre gibi modern ölçüm teknikleriyle yurtiçi ve yurtdışı, üniversite hastaneleri ve kliniklerle yürüttüğü çalışmalarla, müziğin yalnızca bir sanat değil; bir tedavi aracı olduğunu kanıtladı.
Oruç Hoca, geçmişten bugüne şifa verici özellikleriyle öne çıkan ud, ney, kopuz, rebab gibi Türk Müziği enstrümanlarının yanı sıra su sesinin şifasını terapi seanslarında kullanarak ulaştı. Her hastalık için farklı bir makam; her insan için farklı bir frekans kullanarak, tıbbın gölgede bıraktığı birçok alanı aydınlattı. Bu yöntem, Edirne’deki II. Bayezid Darüşşifası’ndan gelen yüzyıllık geleneğin modern tıpla yeniden doğmasıydı.
Ve o yalnızca teorisyen değildi. Öğretendi. Yaşayan bir okuldu. 1976 yılında kurduğu TÜMATA (Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu), Türk kültürünün, müziğinin, kadim iyileştirici bilgisinin bir yuvası hâline geldi. TÜMATA yalnızca müzikle terapi seansları değil, aynı zamanda üç yüzü aşkın geleneksel çalgının arşivlenmesi, konserlerle tanıtılması ve uluslararası platformlara taşınması gibi eşsiz işlere imza attı.
Bugün TÜMATA’nın ruhu, Rahmi Oruç Güvenç’in iki kızının önderliğinde, ilk günkü heyecanla yaşamaya devam ediyor.
Emine Begüm Kanikey Güvenç, yalnızca bir müzik insanı değil; aynı zamanda bir kültür taşıyıcısı, bir gönül bekçisi. O, babasının ardından TÜMATA’yı hiç bırakmadı. İstanbul’da grubun ana yapısını bir arada tutarak, hem geleneksel icrayı hem de disiplinli eğitimi sürdürdü. Ud’un zarif tınılarıyla yalnızca melodiler değil; hafızalar, hatıralar ve kadim bir bilgelik yankılanıyor onun icrasında. Oruç Güvenç’in ardından geçen her gün, TÜMATA’nın ritmini sürdürmek için sabırla çalıştı. Ne tek bir günü aksattı, ne de bir makamı susturdu.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal düzeyde gerçekleştirdiği resmi programlarda, uluslararası konukların ağırlandığı protokol törenlerinde, kültürel zirvelerde TÜMATA’nın müziği yankılanıyorsa, bu büyük ölçüde Emine Begüm Kanikey Güvenç’in özverili, azimli ve istikrarlı çalışmaları sayesinde oluyor.
Süyümbike Güvenç, bu mirası yalnızca taşıyan değil, yeniden inşa eden bir sanatkâr. Rebabın titreşimiyle kalpleri açarken, ebru teknesindeki sabırla suya şekil veriyor. Grafik sanatı, tasarım, ebru, müzik; tüm bunlar onun ruhunda birleşiyor. Sadece sanatı değil; sanatın disiplinini, kültürün derinliğini ve çağdaş bir vizyonun bütünlüğünü temsil ediyor. Alışılagelmiş sanat anlayışının çok ötesinde; geniş bir bilinçle, titiz bir estetikle ve yüksek bir disiplinle çalışıyor.
Süyümbike Güvenç, Maltepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden birincilikle mezun olmuştur. Başarıya yalnızca yetenekle değil; azim, kararlılık ve yüksek sorumluluk bilinciyle ulaşmış bir sanatçıdır. Bugün ise akademik yolculuğunu aynı ciddiyetle sürdürüyor. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, Bodrum’da sanat üzerine yükseköğrenimine devam eden Süyümbike, bilgiye duyduğu derin bağlılıkla yalnızca kendini değil, babasından devraldığı sanatsal ve kültürel mirası da yüceltmektedir.
Kültür ve sanatla ön plana çıkmış Bodrum’da, artık “sanat” denince akla ilk gelen isimlerden biri Süyümbike Güvenç’tir. Güler yüzü, çalışkanlığı, yüksek disiplini ve vizyoner yaklaşımıyla Bodrum’un sanatsal kimliğine yön veren nadir isimlerden biri hâline gelmiştir.
1970’li yıllarda Rahmi Oruç Güvenç’in Halit Kakınç, Muhtar Turan ve Esin Afşar ile birlikte yer aldığı “Dönüşüm” grubu, yalnızca bir müzik oluşumu değil, kültürel bir meydan okumaydı. “Osman Pehlivan / Yar Hasreti” adlı 45’lik plakta geleneksel melodileri modern yorumlarla birleştirdiler. Bu çalışma, Türk müziğinin evrensel dile uyarlanabileceğini gösteren erken örneklerden biri olarak hafızalarda yer etti.
YAŞAR GÜVENÇ: SESSİZ GÜÇ, YÜCE İZ
Bu yolculuğun bir diğer sessiz ama güçlü mimarı da Rahmi Oruç Güvenç’in ağabeyi, araştırmacı, sanatçı ve eğitmen Yaşar Güvenç idi. Onun katkıları sadece bir kardeşin izini takip etmekle sınırlı değildi; Yaşar Güvenç, TÜMATA’nın ruhunu derinleştiren, Türk tasavvuf musikisine ve geleneksel şifa bilimlerine katkı sağlayan nadir isimlerden biriydi. Katıldığı seminerler, verdiği eğitimler, yönettiği ritüellerle Türk müziğinin evrensel değerler sistemine entegrasyonu konusunda önemli adımlar attı.
Türk müziğine, özellikle kadim kaynaklara bağlı kalarak geliştirdiği yorum anlayışı, sadece Türkiye’de değil yurt dışında da büyük saygı görmüştür. O, yalnızca bir sanatkâr değil; bir hatırlatıcı, bir taşıyıcıydı. Gelenekten kopmadan geleceğe köprü kurdu.
Onun vefatıyla birlikte bu büyük mirasın taşıyıcıları iki kardeşten birini daha kaybetmiş olduk. Ama aslında onlar, hiçbir zaman kaybolmadılar; şimdi birlikte, aynı frekansta, aynı ezgide, belki de zamanın ötesinde bir makamda yeniden buluştular.
Şimdi Rahmi Oruç Güvenç ve Yaşar Güvenç, bu dünyada yürüdükleri o kadim yolculuğu artık birlikte sürdürüyorlar. Görünmeyen bir âlemde, bir başka titreşimde, belki de zamanın ötesinde bir makamda buluştular. İki kardeşin bu yüce buluşması, geride kalanlara suskun bir ilham, derin bir miras bıraktı.
Ve bu dünyada, o miras artık iki yürekte yeniden yeşeriyor.
Emine Begüm Kanikey Güvenç ve Süyümbike Güvenç…
Onlar yalnızca birer evlat değil; bu kültürel yolculuğun sessiz mihenk taşları, bilgelik yolunun adanmış yolcuları. Müzik, gelenek, şifa ve sanatla bu iki kardeşin hatırasını, tüm insanlığa uzanacak şekilde taşımaya devam ediyorlar.
Artık bu bir aile hikâyesi değil.
Bu, milletin ruhundan doğmuş evrensel bir insanlık hikâyesidir.